İoannou, Yorgos – Kemal’in Evinde

Evrensel Sanat, S. 295, s. 17, 18.

Kemal’in Evinde

Her yıl dutlar olduğunda, evimizin eşiğine gelerek kibarca avludaki kuyunun suyundan kendisine biraz vermemizi isteyen, siyahlara bürünmüş o kadın bir daha görünmedi. Çok yorgun görünmesine rağmen üzerinde görkemli, asil bir güzelliğin izlerini taşıyordu. Sırf bardağı tutuş şeklini gören, bu kadının bir zamanlar bir soylu olduğunu anlardı. Bardağı geri verirken, hiçbir zaman bize Türkçe olarak söylediği iyi dilekleri eksik olmazdı; tam olarak sözcükleri anlayamasak bile anlamını hissederdik: “Allah size büyük iyiliği versin.” Hangi büyük iyiliği? Hiçbir fikrimiz yoktu.

Avlunun eşiğinde uzun saatler sessizce oturur, yola veya yanda bulunan (Mustafa) Kemal’in evine bakmak yerine, fısıltıyla kendi kendine konuşarak kaçamak bakışlarla bizim evi seyrederdi. Zaman zaman gözlerini kapayıp yüzünü uzaklara çevirir ve tuhaf isimler hecelerdi. O zamanlar tüm mahalleye ve yoldan geçip de isteyen herkese verdiğimiz gibi, ona da dut ağacından meyve vermeyi ihmal etmezdik. Yabancı kadın, sessiz ama içten bir memnuniyetle yerdi bunları. Dutlarımızdan bu kadar çok hoşlanması bize tuhaf gelmezdi. Bizim ağacımız, sulu dutlar veren o alışılmış ağaçlardan değildi. Bizimki büyük, vişne gibi ekşi ve kıpkırmızı meyveler verirdi. Eski ve çok kocaman bir ağaçtı; dallarının boyu iki katlı evimizi geçerdi. Tek bir kötü yanı vardı; yaprakları sert olduğundan ipek böceklerim onları yiyemezdi. Ama tüm Islahhane ve hatta daha da ilerisinde çok meşhur bir ağaçtı.

Tanımadığımız bu kadın eşiğimize ilk oturduğunda, ona dut ikram etmek aklımıza gelmemişti; fakat biraz sonra bahçesine bir tohumunu ekmeyi ne kadar arzuladığını söyleyerek kendisi bizden istedi. Birkaç tanesini yedikten sonra, kalanları bir kâğıda sarıp mutluluktan uçarak yanımızdan ayrıldı.

İkinci sefer, ilkinden iki yıl sonra olmalı, bin dokuz yüz otuz sekiz yılı civarında geldiğinde ise, dutları kâğıda koymadı. Oturdu ve eşikte birer birer yedi. Anlaşılan önceden aldığı tohumlar tutmuştu ama dut vermesi için yıllar geçmesi gerekirdi. Bu ağaç, yavaş büyüyen tüm ağaçlar gibi uzun yıllar yaşar ve geç meyve verir.

Kadın bir sonraki yıl, savaştan biraz önce de geldi. Ama bu sefer ona kuyudan değil, musluktan su verdik. Suyu içmeyi reddetti. Ağzına götürür götürmez bize bakıp dolu bardağı bize geri verdi. Onu çok rahatsız olmuş gördüğümüz için durumu açıklamaya çalıştık. İğrenç ev sahibimiz evin kanalizasyonunu kuyuya nakletmişti. “Suyu mutfağınıza kadar getirdiğime göre, artık kuyuya ihtiyacınız kalmadı,” demişti. Kadının gözleri yaşardı ama bu denli üzülmesinin sebebini bize açıklamadı. Onu teselli etmek için daha fazla dut verdik ve anneannem onu yerinden fırlamasına yol açacak bir şey söyledi: “Bir kutuya koyup daha da fazla verirdik ama uzak yola dayanmaz”. Gerçekten bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştık. Onu gördüğümüz bir sonraki seferde, bizden ayrılır ayrılmaz Kemal’in evine doğru gitti; onu orada kaldırımda bir grup Türk ziyaretçi bekliyordu. Biz o zamana kadar onun bizimkilerden, bir kelime bile Yunanca bilmeyen Anadolu Rum kadınlarından biri olduğunu sanıyorduk; ne de olsa nüfus değişimi dili değil de dini esas alarak yapılmıştı. Bu keşfimiz önce bizi sarstı. Evimizin yanında bize sürekli felaketi hatırlatan Kemal’in evinin olduğu yetmiyormuş gibi, şimdi bir de Türkler mi ayağımızın altında olacaktı? Hem bu kadın bizden tam olarak ne istiyordu ki? Bu konu üzerine konuşmadık ama derinden şüphelenmiş şekilde bakıştık. Ama sonraki sözlerimiz, anlayış ve umuttan dolayı bir şekilde hemencecik yüreklerimizin ısındığını gösteriyordu. Biz de oralarda evimizi ve üzüm bağlarımızı bırakmıştık.

Türk kadın savaştan sonra tekrar ortaya çıktı. Biz artık sokağın biraz daha ilerisinde başka bir evde oturuyorduk; fakat bir gün onu, eski evimizin eşiğine mıhlanmış olarak otururken gördük. Onu ilk gören hemen içeri koşup bağırdı: “Türk kadın!” Pencerelere çıktık ve heyecanla ona bakıyorduk. Az kalsın onu evimize davet edecektik; onun ısrarcı özlemi bizi bu kadar duygulandırmıştı. Ama o hiç hareket etmeden çırılçıplak avluyla ıssız eve bakıyordu. Bir İtalyan bombası, dut ağacını yerle bir ederek, şirin ahşap evi yıkamamış olsa da harabeye çevirmişti.

O günden sonra onu bir daha görmedik. Geldi mi, gelmedi mi, kim bilir? Ama gelseydi de oturmak için artık o dolgun mermer eşiği bulamazdı. Ev, uzun zaman önce bir müteahhit çetesine teslim edilmişti ve artık onun yerine en çirkin apartmanlardan biri yükselmişti. Şimdi bu şarlatanlar onu da yıkmaya hazırlanıyorlar. Kim bilir o kurnaz beyinciklerinde ne tür bir plan var.

Bu gerçekleşirse, gece gündüz nöbet tutacağım; özellikle kazma işi temellere geldiğinde belki bu yeni uyumsuz canavarın yapılmasını engelleyebilir ya da en azından geciktirebilirim. Geçen sefer orada, derinlerde, bizim evimizin arsasından başlayıp Kemal’in evine doğru devam eden olağanüstü bir mozaik bulunmuştu. Yetkililer onları durdurmasın diye iyice eğitilmiş işçiler bu mozaiği hızla örttü. Fakat güneş ışığının vurduğu saatlerde mahallede, hayranlıkla karışık çeşitli söylentiler duyuluyordu. Herkes evin eski güzelliğinden ve şöhretinden bahsederken, bu yüksek sesle söylenen sözcükler arasından bir ihtiyar kadının şöyle mırıldandığını duydum: “Bu evde eskiden soğuk sular kadar güzel bir kızı olan bir bey oturuyordu. Bu kız buradan ayrılırken yerlere kapaklanıp, eşiği öpüyordu. Böyle bir çırpınış hayatımda görmedim.”

Yunanca aslından çeviren: Lale Alatlı

Selanikli Yorgos İoannou (Γιώργος Ιωάννου) (1927–1985), Savaş sonrası dönem Yunan edebiyatına damgasını vurmuş en önemli şair ve yazarlardan biridir. Gerçek adı Yorgos Sorolopis olan edebiyatçı Selanik’te doğmuş, Selanik Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nin Tarih ve Arkeoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra Atina başta olmak üzere Yunanistan’ın çeşitli kentlerinde ve Libya’da öğretmenlik yapmıştır. 58 yaşında basit bir prostat ameliyatı sonrası hastanede yakalandığı bir enfeksiyondan hayatını kaybetmiştir.
Yahudilerin toplama kamplarına gönderilişi, Yunan İç Savaşı, iç göç gibi konulara değinerek tarihe ışık tutan edebi eserlerinin başrol oyuncuları, genellikle yoksul semtlerde yaşayan aileler, işçi sınıfı, göçmenler ve fakirlerdir. Mahalleleri, sokakları, tarihi eserleriyle dönemin çok uluslu Selanik’i, eserlerinin çoğunda sanatçının kendi yaşamını ve tanık olduklarını anlattığı, doğup büyüdüğü kent olarak da karşımıza çıkar.

Στοῦ Κεμάλ τό Σπίτι

Ιωάννου Γιώργος

Δέν ξαναφάνηκε ἡ μαυροφορεμένη ἐκείνη γυναίκα, πού ἐρχόταν στό κατώφλι μας κάθε χρονιά, τήν ἐποχή πού γίνονται τά μοῦρα, ζητώντας μέ εὐγένεια νά τῆς δώσουμε λίγο νερό ἀπ’ τό πηγάδι τῆς αὐλῆς. Ἔμοιαζε πολύ κουρασμένη, διατηροῦσε ὅμως πάνω της ἴχνη μιᾶς μεγάλης ἀρχοντικῆς ὀμορφιᾶς. Καί μόνο ὁ τρόπος πού ἔπιανε τό ποτήρι, ἔφτανε γιά νά σχηματίσει κανείς τήν ἐντύπωση πώς ἡ γυναίκα αὐτή στά σίγουρα ἦταν μιά ἀρχόντισσα. Δίνοντάς μας πίσω τό ποτήρι, ποτέ δέν παρέλειπε νά μᾶς πεῖ στά τούρκικα τήν καθιερωμένη εὐχή, πού μπορεῖ νά μήν καταλαβαίναμε ἀκριβῶς τά λόγια της, πιάναμε ὅμως καλά τό νόημά της: «Ὁ Θεός νά σᾶς ἀνταποδώσει τό μεγάλο καλό». Ποιό μεγάλο καλό; Ἰδέα δέν εἴχαμε.

Καθόταν ἥσυχα γιά ὥρα πολλή στό κατώφλι τῆς αὐλῆς, κι ἀντί νά κοιτάζει κατά τό δρόμο ἤ τουλάχιστο κατά τό πλαϊνό σπίτι τοῦ Κεμάλ, αὐτή στραμμένη ἔριχνε κλεφτές ματιές πρός τό δικό μας σπίτι, παραμιλώντας σιγανά. Πότε πότε ἔκλεινε τά μάτια καί τό πρόσωπό της γινόταν μακρινό, καθώς συλλάβιζε ὀνόματα παράξενα. Ἐμεῖς, πάντως, δέν παραλείπαμε νά τῆς δίνουμε μοῦρα ἀπ’ τήν ντουτιά, ὅπως ἄλλωστε δίναμε σ’ ὅλη τή γειτονιά καί σ’ ὅποιον περαστικό μᾶς ζητοῦσε. Ἡ ξένη τά ἔτρωγε σιγανά, ἀλλά μέ ζωηρή εὐχαρίστηση. Δέ μᾶς φαινόταν παράξενο πού τῆς ἄρεζαν τά μοῦρα μας τόσο πολύ. Τό δέντρο μας δέν ἦταν ἀπό τίς συνηθισμένες μουριές, ἀπ’ αὐτές πού κάνουν ἐκεῖνα τά ἄνοστα νερουλιάρικα μοῦρα. Τό δικό μας ἔκαμνε κάτι μεγάλα, ξινά σά βύσσινα, καί πολύ κόκκινα στό χρῶμα. Ἦταν δέντρο παλιό καί τεράστιο, τά κλαδιά του ξεπερνοῦσαν τό δίπατο σπίτι μας. Μοναχά ἕνα κακό εἶχε· τά φύλλα του ἦταν σκληρά καί οἱ μεταξοσκώληκές μου δέν μποροῦσαν νά τά φᾶνε. Ἦταν, πάντως, δέντρο φημισμένο σ’ ὅλο τό Ἰσλαχανέ κι ἀκόμα πιό πέρα.
Τήν πρώτη φορά πού εἶχε καθίσει ἡ ἄγνωστη γυναίκα στό κατώφλι μας, δέ σκεφτήκαμε νά τῆς προσφέρουμε μοῦρα, ὅμως σέ λίγο μᾶς ζήτησε ἡ ἴδια λέγοντας πώς ἤθελε νά φυτέψει τό σπόρο τους στόν μπαχτσέ της. Ἔφαγε μερικά καί τά ὑπόλοιπα τά ἔβαλε σ’ ἕνα χαρτί καί ἔφυγε καταχαρούμενη.

Τή δεύτερη φορά, θά ἦταν κατά τό τριάντα ὀχτώ, δυό χρόνια, πάντως, μετά τήν πρώτη, δέν ἔβαλε μοῦρα στό χαρτί. Κάθισε καί τά ἔφαγε ἕνα ἕνα στό κατώφλι. Φαίνεται πώς ὁ σπόρος ἀπ’ τά προηγούμενα εἶχε ἀποδώσει, ἀλλά γιά νά δώσει καί μοῦρα ἔπρεπε, βέβαια, νά περάσουν χρόνια. Τό δέντρο αὐτό, ὅπως ὅλα τά δέντρα πού μεγαλώνουν σιγά, ζεῖ πολλά χρόνια καί ἀργεῖ νά καρπίσει.

Ἡ γυναίκα ξαναφάνηκε καί τόν ἑπόμενο χρόνο, λίγο πρίν ἀπ’ τόν πόλεμο. Ὅμως τή φορά αὐτή τῆς προσφέραμε νερό ἀπ’ τή βρύση. Ἀρνήθηκε νά πιεῖ τό νερό. Μόλις τό ἔφερε στό στόμα, μᾶς κοίταξε στά μάτια καί μᾶς ἔδωσε πίσω τό γεμάτο ποτήρι. Ἐπειδή τήν εἴδαμε πολύ ταραγμένη, θελήσαμε νά τῆς ἐξηγήσουμε. Ὁ σιχαμένος σπιτονοικοκύρης μας εἶχε διοχετεύσει τό βόθρο τοῦ σπιτιοῦ στό βαθύ πηγάδι. «Τώρα πού σᾶς ἔφερα τό νερό στίς κουζίνες σας, δέ σᾶς χρειάζεται τό πηγάδι», μᾶς εἶχε πεῖ. Ἡ γυναίκα βούρκωσε, δέ μᾶς ἔδωσε ὅμως καμιά ἐξήγηση γιά τήν τόση λύπη της. Γιά νά τήν παρηγορήσουμε τῆς δώσαμε περισσότερα μοῦρα κι ἡ γιαγιά μου τῆς εἶπε κάτι πού τήν ἔκανε νά τιναχτεῖ: «Θά σοῦ τά ἔβαζα σ’ ἕνα κουτί, ἀλλά δέ βαστᾶνε γιά μακριά». Καί πράγματι εἴχαμε ἀρχίσει κάτι νά ὑποπτευόμαστε. Τήν ἄλλη φορά εἴδαμε, πώς μόλις ἔφυγε ἀπό μᾶς, πῆγε δίπλα στοῦ Κεμάλ τό σπίτι, ὅπου τήν περίμενε μιά ὁμάδα ἀπό τούρκους προσκυνητές, πού κοντοστέκονταν στό πεζοδρόμιο. Ἐμεῖς ὥς τότε θαρρούσαμε πώς εἶναι καμιά τουρκομερίτισσα δικιά μας, ἀπ’ τίς πάμπολλες ἐκεῖνες, πού δέν ἤξεραν λέξη ἑλληνικά, μιά καί ἡ ἀνταλλαγή τῶν πληθυσμῶν εἶχε γίνει μέ βάση τή θρησκεία καί ὄχι τή γλώσσα. Ἡ ἀποκάλυψη αὐτή στήν ἀρχή μᾶς τάραξε. Δέ μᾶς ἔφτανε πού εἴχαμε δίπλα μας τοῦ Κεμάλ τό σπίτι, σά μιά διαρκῆ ὑπενθύμιση τῆς καταστροφῆς, θά εἴχαμε τώρα καί τούς τούρκους νά μπερδουκλώνονται πάλι στά πόδια μας; Καί τί ἀκριβῶς ἤθελε ἀπό μᾶς αὐτή ἡ γυναίκα; Πάνω σ’ αὐτό δέν ἀπαντήσαμε, κοιταχτήκαμε ὅμως βαθιά ὑποψιασμένοι. Καί τά ἑπόμενα λόγια μας ἔδειχναν πώς ἡ καρδιά μας ζεστάθηκε κάπως ἀπό συμπάθεια κι ἐλπίδα. Εἴχαμε κι ἐμεῖς ἀφήσει σπίτια κι ἀμπελοχώραφα ἐκεῖ κάτω.
Ἡ τουρκάλα ξαναφάνηκε λίγο μετά τόν πόλεμο. Ἐμεῖς καθόμασταν πιά σέ ἄλλο σπίτι, λίγο παραπάνω, ὅμως τήν εἴδαμε μιά μέρα νά κάθεται κατατσακισμένη στό κατώφλι τοῦ παλιοῦ σπιτιοῦ μας. Ὁ πρῶτος πού τήν εἶδε, ἦρθε μέσα καί φώναξε: «ἡ τουρκάλα!» Βγήκαμε στά παράθυρα καί τήν κοιτάζαμε μέ συγκίνηση. Παραλίγο νά τήν καλέσουμε ἀπάνω στό σπίτι —τόσο μᾶς εἶχε μαλακώσει τήν καρδιά ἡ ἐπίμονη νοσταλγία της. Ὅμως αὐτή κοίταζε ἀκίνητη τήν κατάγυμνη αὐλή καί τό ἔρημο σπίτι. Μιά ἰταλιάνικη μπόμπα εἶχε σαρώσει τήν ντουτιά κι εἶχε ρημάξει τό καλοκαμωμένο ξυλόδετο σπίτι, χωρίς νά καταφέρει νά τό γκρεμίσει.

Δέν τήν ξανάδαμε ἀπό τότε. Ἦρθε – δέν ἦρθε, ἄγνωστο. Ἄλλωστε καί νά ‘ρχότανε δέ θά ‘βρισκε πιά τό κατώφλι μέ τό ἀφράτο μάρμαρο γιά νά ξαποστάσει. Τό σπίτι εἶχε ἀπό καιρό παραδοθεῖ σέ μιά συμμορία ἐργολάβων καί στή θέση του ὑψώθηκε μιά πολυκατοικία ἀπ’ τίς πιό φρικαλέες. Τώρα ἑτοιμάζονται νά τήν γκρεμίσουν οἱ γελοῖοι. Ποιός ξέρει τί μεγαλεπήβολο σχέδιο συνέλαβε πάλι τό πονηρό μυαλό τους.
Ἄν γίνει αὐτό, θά παραφυλάγω νύχτα μέρα, ἰδίως ὅταν τό σκάψιμο θά ἔχει φτάσει στά θεμέλια, κι ἴσως μπορέσω νά ἐμποδίσω ἤ τουλάχιστο νά καθυστερήσω τό χτίσιμο τοῦ νέου ἐξαμβλώματος. Τήν προηγούμενη φορά εἶχε βρεθεῖ ἐκεῖ στά βάθη ἕνα θαυμάσιο ψηφιδωτό, πού ἄρχιζε ἀπ’ τό οἰκόπεδο τοῦ δικοῦ μας σπιτιοῦ καί συνεχιζόταν πρός τό σπίτι τοῦ Κεμάλ. Τό ψηφιδωτό αὐτό οἱ δασκαλεμένοι ἐργάτες τό σκεπάσανε γρήγορα γρήγορα γιά νά μήν τούς σταματήσουν οἱ ἁρμόδιοι. Πάντως, τίς ὧρες πού τό ἔβλεπε τό φῶς τοῦ ἥλιου, γίνονταν διάφορα σχόλια ἀπ’ τήν ἔκθαμβη γειτονιά. Ὅλοι μιλούσανε γιά τήν ὀμορφιά καί τήν παλιά δόξα, μά ἀνάμεσα στά δυνατά λόγια καί τίς φωνές, ἄκουσα μιά γριά νά σιγολέει: «Στό σπίτι αὐτό καθόταν ἕνας μπέης, πού εἶχε μιά κόρη σάν τά κρύα τά νερά. Κυλιόταν κάτω, ὅταν φεύγανε, φιλοῦσε τό κατώφλι. Τέτοιο σπαραγμό δέν ματαεῖδα».

(Ἡ μόνη κληρονομιά, 1974)

“İoannou, Yorgos – Kemal’in Evinde” üzerine 2 yorum

Yusuf DUMLUPINAR için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir